Bir cumartesi günü sürpriz bir yazı ile sizlerle sohbet etmek istedik. Büşra ile bir sohbetimiz sırasında ilişkilerin düzleşmesi üzerine konuşmuştuk. Bu konu üzerinde sizlerle de konuşmak yerinde olur diye düşündük.
‘Zamanın Toplumsallığı’ üzerine ve ‘Derinleşmeyen İlişkiler’ hakkında daha önce konuşmuştuk. Bugün de sosyal ilişkilerimizin dokusunun yok oluşu ve sürekli ilişkilerde bir beklenti içinde olma ile ilgili sohbet gerçekleştirmek istiyoruz. İlişkiler sosyal medyanın da etkisiyle bireyselleşme eğilimine giriyor artık. Bu bireyselleşme, insan ilişkilerinde kalıcılıktan çok anlık görünür olma peşinde koşmaya neden oluyor. Şimdi sizlerle bu konu üzerine biraz sohbet edip, konuyu detaylı tartışalım istiyoruz. Koltuklarınızı dik konuma getirin ve kemerlerinizi bağlayın. Başlıyoruz. 😊
Günümüzde sosyal ilişkiler iyice yüzeyselleşti. Özellikle sosyal medya platformları üzerinden kurulan ilişkiler birbirimizin hayatına dokunuyormuş gibi yaparak, beğeni tuşları ile dokunmuş olduğumuz hissi iyice ilişkilere dokusunu kaybettirdi. Sanal bağlantılar gerçeklikten çok farklı bir şekilde kurulmaya başladığından beri artık derinlemesine bağlar kuramaz olduk. Sosyal medya hesaplarımız sanal dünyada bir temsilimiz yani imgemiz halini aldı. Simülasyonun içinde imgelerimiz üzerinden kurduğumuz bağlar ancak takipçilerimizin sayısına yada beğeni sayılarımıza göre değerli bulunur hale geldi. Mutluluğumuzu başka insanların mutluluğunu referans alarak ölçmeye bile başladık.
Bu durum bireylerin onaylanma ihtiyacını karşılamak için sürekli olarak bir performans sergileme zorunda bırakıyor. Oysa gerçek ilişkiler karşılıklı güvenin olduğu, kusurların da kabul gördüğü, samimiyetin/doğallığın olduğu yerde yaşar. sosyal medya ya da dijital dünyada yok olan bu bağ bizi sadece yalnızlaştırmıyor aynı zamanda başka insanlarla kurduğumuz ilişkinin niteliğini de sorgulamamıza sebep oluyor.
Arkadaşlarımızla sosyal ortamlarda sohbet ederken de ilişkilerin dokusuzlaşmaya başladığını hissediyoruz. Özellikle gerçeklik ile kurduğumuz bağ gün geçtikçe benzerleşmeye devam ediyor. Herkes tek tipleşmeye ve sosyal medyada oluşturdukları imgelere benzemeye başladı. Gerçek dünya ile ilişki, bilinç ile kurulduğu için sosyal medya platformlarındaki kullandığımız imgeler kendi gerçekliğimizin içinde çok yapmacık yaşanır oldu. Kendi gerçekliğimiz ile kurduğumuz bu yapmacık bağ, sosyal ilişkilerimiz üzerine de yansımaya neden oluyor. Yansımalarımız o kadar duygusuz ve gerçek dışı ki ilişkilerimizin bağlarını gerçek dünyada sosyal medyada olduğu kadar kuvvetlendiremiyoruz. Bir süredir sosyal medya ve bireyselleşme konuları üzerine okumalar yaparken sık sık Zygmunt Bauman'ın ismiyle karşılaştık ve birkaç kitabını okuma listemize ekledik.
“Entellektüel otorite için, Descartes'in cogito'su bugün şu şekilde söylenebilir: Hakkımda konuşuluyor, o halde varım.” s.178 Zygmunt Bauman - Bireyselleşmiş Toplum
Bu cümle klasik bir önermeyi sosyal medya kültürüne uyarlayarak zarif bir eleştirel bir mizah taşıyor. Bu düşünce yaşadığımız çağda var oluşu bir başkasının onayına, görünürlüğüne bağladığını gösteriyor. Kim olduğumuz, iç dünyamızda kendimizi nasıl tanımladığımızdan çok dijital dünyada nasıl 'varlık' gösterdiğimizle ilintili çoğu zaman. Gerçek dünyada bir yer edinmek sosyal medyada var olmaktan daha az önemli görünüyor. Bu işin üzücü tarafı kendimizle gerçek hayatta daha az ilgili olurken sosyal medyada da bir o kadar kendimizle alakadarız, o kadar alakadarız ki orada yalnız oluşumuz bizi üzmüyor.
‘‘Ancak sahip olduğunuz zamanı tek başınıza harcamak zorunda kaldığınızda, dünyanın zamanına sahip olmanın hiçbir faydası kalmaz. Zamanınızı kullanabileceğiniz neredeyse her önemli şey-sosyalleşmek, flört etmek, çocuk yetiştirmek, iş kurmak, siyasi hareketlere katılmak, teknolojik ilerlemelere katkı sağlamak- diğer insanların zamanıyla senkronize edilmeyi gerektirir.’’ s.180 Oliver Burkeman - Ölümlüler İçin Zaman Yönetimi
Zaman kavramı günümüzde bireysel bir yarışa dönüşse de hayatın anlamı başkalarıyla kurduğumuz ilişkide saklı. Burkeman'ın dediği gibi; gerçek bir var oluş başkalarıyla uyum içinde yaşadıkça mümkün görünüyor. Bahsedilen uyum sadece fiziksel olarak yan yana bulunmaktan öte duygusal bir birliktelikle mümkün.
Bir seyahatin kokusunu yada denizin kıyıya vuruşunu bir fotoğrafın imgesi aracılığıyla sosyal medyada paylaştığınızda o anın dokusu adeta yok oluyor. Duygusunu kaybeden yada bir başkası ile paylaşılmayan bir an ne kadar gerçektir? Duygusu hatırlanmayan bir hatıra ne kadar hatırlanmaya değerdir?
"İlişki aynı zamanda, bir şeyleri birlikte yapmaktan mutluluk duymaktır. Önemli olan yapılan iş değil, yapılan şeyin birlikte yapılması ve o şey yapılırken bir bütün olabilmek. Dolayısıyla olmak, yapmaktan önce gelir. Ama artık insanlar, içlerinden gelerek ve sorun yaratmadan, birlikte çalışmaktan haz almaya pek yatkın değiller." Engin Geçtan - Hayat s.37
Geçtan'ın da dediği gibi bir şeyleri birlikte yapıyor olmanın verdiği haz yapılan şeyin öneminden değil birlikte olma halinden doğuyor. Ancak insanlar artık birlikte var olmayı değil, birlikte üretmeyi ya da göze görünür bir şey yapmayı önceliklendiriyor bu da haliyle ilişkilerin özündeki bağı zedeliyor. Birbirlerine dokunmadan kurulan bu sahte bağ günün sonunda bir arada bir şeyler paylaşıyoruz hissi verse de bizce gerçek bağlar ancak ilişkilerde duygusal bir anlayış oluştuğunda gerçekleşir.
Gerçeklik ile ilişki ancak bilinçli farkındalıkla gerçekleşir. Bu farkındalıkta benliklerimizin farklı benliklerle duygusal ilişki kurmadan gerçekleşemez. Sosyal medya platformlarında imgelerimiz üzerinden kurduğumuz ilişkiler duygudan yoksundur. Engin Geçtan bugünün gerçekliğinde yaşasaydı ne düşünürdü merak ediyorum. Seni de bu konu vesilesiyle anıyor ve rahmet diliyoruz.
“Sevgi bir inanç eylemidir, inancı az olanın sevgisi de azdır. … Kişi ayrıca bilinçli olarak sevinmekten korkmanın, aslında bilinçaltı sevmekten korkmak olduğunu farketmelidir.” s.145 Sevme Sanatı - Erich Fromm
“İnsanların en çok neden korktuklarını bilmek isterdim. Onları en çok korkutan şey yeni bir adım atmak, yeni bir söz söylemek…” s.10 Suç ve Ceza - Dostoyevski
Sohbetleri başlatan ve yeni bağlar oluşturmak isteyen çoğu kişi bu davranışını gerçekleştirmekten dolayı çekinir oldu. Çünkü bir adım atmak bir beklenti içine girmek gibi düşünüldüğünden, yeni bağlar oluşturmak için atılan adımlar daha nadir rastlanan davranışlar haline geldi. Aslında bu tür adımlar karşılık beklemeden atıldığında birleştirici bir güç taşır ve çoğu zaman anlamlı ilişkilerin başlangıcı olabilir. Ancak ilk adımı atmak, kendi içinde bir reddedilme durumunu barındırdığı için bir korku nesnesi halini alıyor. Bazen de ilk adımı atan kişi olmak yanlış anlaşılma kaygısıyla erteleniyor ya da hiçbir zaman bu eylem gerçekleştirilmiyor. İlişkileri başlatan ilk adımı atan kişi siz olun yada olmayın önemli olan gerçekten bir duygusal bağ kurmak isteyip istemediğinizdir. Peki duygusal bağ kurmak mı istiyoruz, yoksa kendimizi sosyal medya hesaplarımızın yapmacık imgelerinin içine hapsetmeyi mi tercih ediyoruz?
Sevgiler.
Büşra & Selim